Kim istemez ki hafif bir esinti eşliğinde kucağında kitabıyla kanepede boydan boya uzanıp bir taraftan da meyve dolu sepetten hapurdata hapurdata meyve yemeyi :)
Aytmatov bu romanında iyi-kötü, ilahi adalet ve kader gibi çetin konuları sorgulamaktadır. İnsanın bu ezeli ve ebedi soruları, bir papaz okulu öğrencisinin düşüncelerinde, esrar kaçakçılarının, Kırgız çobanlarının ve kurtların hayat hikayelerinde irdelenmektedir. İlahi kudretin varlığını sürekli vurgulayan, ama sorumluluğu insanda ve insanların ortak sorumluluğunda arayan çok çarpıcı bir olaylar örgüsü anlatılmaktadır. Dişi Kurdun Rüyaları aynı zamanda çok etkileyici bir "çevre romanı"dır. Aytmatov'un, kirletilen Kırgız bozkırları ve bozulan tabiat dengesi karşısında haykırışıdır.
{Arka Kapaktan}
Bu kitabı okurken kendimi çok tanıdık bir filmi izliyormuşum gibi hissettim.
Kitabı bitiresiye kadar kendinizi sürekli bir sorgulama içinde buluyorsunuz.
Süt, un, şeker ve yumurta bir tencereye konulup kaynayıncaya kadar karıştırılarak pişirilecek. Soğuduktan sonra 1 paket labne kremaya ilave edilip mikserle iyice çırpılacak. Kekin alt kısmı nescafe(ılık olmalı) ile ıslatılacak ve kremanın yarısından fazlası kekin üstüne dökülecek. Diğer kek de nescafe(ılık olmalı) ile ıslatılacak ve kalan krema dökülecek. Üzerine de kakao serpilecek. Afiyet olsun.
NOT: Üst kısma konulacak olan kek ters çevrilecek yani iç kısma gelecek kısım üst kısma gelecek ki kalan krema üzerine döküldüğünde daha düzgün dursun.
Tam da yazın akşam serinliğinde ma-aile çaylarımızı yudumlayıp çekirdek çıtlatırken bir taraftan da keyifle sohbet etmenin dibine vurulmalık bir yer değil mi? :)
Meşhur sözümüzün sahibi Marie Antoinette'nin hayatını anlatan bir film.
Yalnız filmin sonu pek de gerçekteki gibi bitmiyor bilginize.
Versailles Sarayı'nın en saçma adetlerinden biri tüm soylu grubun önünde her sabah kıyafetlerini giymek.
Düşünsenize sabahleyin sizi kalabalık bir grup karşılıyor.
Bu arada kitabını okumak isterseniz benim önerim hemen şurada.
Yönetmen: Sofia Coppola
Yapım: 2006
Tür: Biyografi, Dram, Tarih
Konusu:
Dünya tarihinin sıkça kötülenen, tutkuyla tartışılan ve en nihayetinde yanlış anlaşılan, en kötü şöhretli kadınlarından biri, bir 18. yüzyıl efsanesi Marie Antoinette, bu filmde ne tarihe mal olmuş bir kötü kişi ne de ilahi bir simge olarak canlandırılmış; aksine, felaketin eşiğindeki yoz bir dünyaya itiverilmiş, kafası karışık ve yalnızlık çeken bir yeniyetme olarak betimlenmiş. Bu taze ve renkli 21. yüzyıl yorumu, on beş yaşında 16. Louis ile evlenip on dokuz yaşında kraliçe olarak ülkeye hükmetmesine ve nihayet Versailles’ın düşüşüne kadar genç kraliçenin izini sürüyor.
Evet, sorumu tekrarlıyorum bayanlar, kendi şamdanınızı yapmaya ne dersiniz?
Üstelik bunu evdeki minik obje ve biblolardan yapacaksınız.
Nasıl mı?
Çok basit.
Çoğu kişinin evinde ya da annesinin evinde kullanmadığı ama atmaya da kıyamadığı bir köşede bekleyip duran biblo, eski tuzluk, obje vs. mutlaka vardır.
İşte onları toplayıp masaya gözümüzün önüne çıkarıyoruz.
Hangisi hangisiyle uyumlu, hangisi hangisinin üzerine gelecek diye belirliyoruz.
Kuvvetli bir porselen yapıştırıcısıyla yapıştırıp, 2 saat boyunca bozulmadan sabit kalması için kağıt bandımızla sabitliyoruz.
Rengini beğenmediğiniz varsa 2 saat sonra bantı çıkardıktan sonra boyama işlemini yapıp kurumasını bekliyoruz.
Vee ta-daaa!
İşte kimsede olmayan el emeği şamdanımız hazır bile.
Kraliçe Elizabeth dönemi İngilteresinde geçen hikaye, yüzlerce yıldır onlarca entelektüelin kafasını kurcalayan bir soruya odaklanıyor: İngiliz edebiyatının en büyük ismi William Shakespeare'in eserlerinin arkasında başka biri mi vardı? Onlarca edebiyat eseri başka birilerinin kaleminden çıkmış olabilir miydi?
Konuya ömrünü adamış uzmanlar, yazılmış onlarca kitap ve üretilen teorilerden sonra şimdi Roland Emmerich, Anonim filmiyle İngiliz edebiyatına aynı soruyu soruyor. Dönemin skandal dolu siyasetine ayna tutarak, Kraliyet ailesinin küstah ve güç tutkunu hali Londra'da 'sahneleniyor'...
Kurtuluş Günü, Godzilla, Yarından Sonra, MÖ.10,000, 2012 gibi büyük bütçeli filmlerin arkasındaki isim olan Roland Emmerich'in yönetmenliğinde çekilen Anonim'in senaryosu ise John Orloff'a ait. Filmde William Shakespeare rolünü ise Rafe Spall canlandırıyor...
Dönem filmlerine karşı zaafımın olduğu malumunuz.
Hele ki bu dönem filmleri içerisinde İngiltere, I.Elizabeth, Tudor Hanedanlığı vs. varsa yeme de yanında yat.
Bir de işin içine William Shakespeare girerse peki?
Oouvv...
Ne kadar da cezbedici olur :)
Filme dair şok edici detaylar vermek istiyorum deli gibi ama kendimi tuttuğumu bilesiniz.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şiiri sembolist bir ifade üzerine kurulmuştur. Aynı anlatım tarzı romanlarına da zaman zaman sirayet eder. Ancak muhteva açısından metafizik eğilimleri ile estetik endişelerini şiire ayırdığı halde, sosyal temalar için nesri seçmiştir. Romanları, zengin hayat hikayesinden taşarak Türkiye meselelerine kendine has yorumlar getirir. Medeniyet değiştirme girişimlerinin insanımızı soktuğu çıkmazları araştırırken yaptığı tahliller, insanımız ve toplum yapımız açısından dikkate değer hükümler taşır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü toplumumuzun bu değişme süreci içindeki durumunu, fertten yola çıkarak topluma varan teknikle anlatıyor.
Ve yine okumaktan pişman olmadığım bir kitap oldu.
Gerçi bu zamana kadar okumuş olmalıydım klasikleri.
Ama utanarak itiraf ediyorum ki okumadım.
Kütüphaneme katacağım daha birçok kitap var o yüzden.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı kitabını ilk okumaya başladığımda "Ne kadar saçma şeyler oluyor böyle" diye bir tepki vermiştim.
Ancak mevzu bahis Ahmet Hamdi Tanpınar olunca daha derinlemesine düşünmek gerektiğini ayırt ettim.
Arka kapakta yazanlar ne demek istediğimi anlatmaya yeter de artar diyorum.
İçinizde benim gibi okumaya geç kalmış olan varsa bu kitabı, ilk fırsatta okusun diyorum.
Arkadaşlarımdan aldığım tariflere onların isimlerini vermek hoşuma gidiyor.
Böylece tarifler daha kalıcı oluyor benim için.
Bittiğinde yeniden yapasım geliyor.
O derece seviyorum bu keki.
Yanında da bir bardak süt, ıımmhh miss gibi.
Malzemeler:
* 3 yumurta
* Yarım su bardağı sıvı yağ
* 1 su bardağı süt veya yoğurt
* 1 su bardağı şeker
* 1 paket kabartma tozu
* 2,5-3 su bardağı un
* Damla çikolata
* Çekirdeksiz kuru üzüm
* Tarçın
* Ceviz (ben ceviz eklemiyorum)
Yapılışı:
Yumurta ve şeker iyice karıştırılır. Sonra yağ ve yoğurt eklenip karıştırılır. Daha sonra un ve kabartma tozu katılarak karıştırılır. En son damla çikolata, üzüm, tarçın ve ceviz eklenir. Hamurumuzu unlanıp yağlanmış kek kalıbına döküyoruz ve 180 derecede pişiriyoruz. Afiyet olsun.
Blog arkadaşlarım bu mimi yaparlarsa çok sevineceğim :)
Bu arada istediğiniz kadar kişiye gönderebilirsiniz, sınırlama yok.
Bir de benim ismini yazmadığım blogcanlardan da "Aaa ben de yapmak istiyorum." diyenler olursa ve yaparlarsa daha da mutlu olurum tabi ki :)
Sosyal mesajımı da vereyim: "Yaşasın kitap okumak!"
İkincisini bulsam onu da okurum ne yalan söyliyim :)
“On altıncı yüzyıl ile modern dünyanın zekice bir kurguyla iç içe geçtiği Benim On Altıncı Yüzyılım, okuru daha önce deneyimlemediği, keyifli bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.”
Küçük yaşlarda anne-babası ayrılan, ardından annesinin onu terk etmesiyle ailevi bağlara inancı kalmayan Cat, insan ilişkilerinde başarısız bir genç kızdır. Kendisiyle yakınlık kurmak isteyenlere karşı mesafeli duran, aynı zamanda aşka duvar örmüş biridir. Ta ki babası ve babasının hiç hoşlanmadığı nişanlısıyla çıktığı Floransa tatilinde tanıştığı, doğaüstü güçlere sahip bir Çingene onu 16. yüzyıl İtalya’sına gönderene kadar…
Zamanda yaptığı bu yolculuk sırasında tanıştığı birbirinden ilginç insanlar ve yaşadığı olaylar sayesinde hayata bambaşka pencerelerden bakmaya başlayan Cat, Rönesans İtalya’sındaki macerasına son verip modern yaşantısına dönmeyi başarabilecek midir?
“Merak uyandıran fantastik bir kurguyla yazılmış ve bunu okuyucunun hayal gücünü yormadan gerçekleştirmeyi başarmış olağanüstü nitelikte bir ilk roman.” The New York Times
“16. yüzyıl ile modern dünyanın zekice bir kurguyla iç içe geçtiği Benim On Altıncı Yüzyılım, okuru daha önce deneyimlemediği bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.” USA Today
“İlham veren karakterlerle donatılmış, Harris'in esprili üslubunu konuşturduğu oldukça eğlenceli ve fantastik bir roman.” Publishers Weekly
Şubat 14'de henüz İstanbul'a gelmemiştim, yani atamam yapılmamıştı.
O yüzden Midyat'ta evde pineklerken kapı çaldı, elime bir paket ulaştı.
Sevdiceğim hepsiburada.com'dan Burberry'nin parfümünü almış :)
Tabi ben mutluluktan 32 diş moduna geçmiştim :)
NOT: Parfümün sevgililer gününde alınmayacak basit bir hediye olduğunu da, karşındakine değer vermediğinin bir göstergesi olduğunu da düşünmüyorum. Bence hediyenin basiti de yoktur. Belki de karşındaki kişinin duruşuyla niyetiyle alakalıdır.
Ardından yarım saat geçmişti ki kapı bir daha çaldı: Bir çiçek.
Benim düşünceli kocacım♥ çok sevdiğim gülleri de göndermeyi ihmal etmemiş tabi.
32 diş modundan bulutların üstüne çıktım anında tabi :)
Oh Mal-soon, küfürü seven yetmiş yaşlarında bir bayandır. Oldukça üzgün olduğu bir gece yürüyüşe çıkar ve kendini "Gençlik Fotoğraf Stüdyosu"nda bulur. Vitrinde gördüğü Audrey Hepburn ona gençliğini hatırlatır. Cenazesinde kullanılabilmesi için ardında herkesin kendisini güzel hatırlayabilmesi için vesikalık çektirmeye karar verir. Ve ta-daaa: Eski bir anneannenin yerine genç ve güzel bir bayan haline gelmiştir! Yirmi yaşındaki 'Audrey' olur ve zamanını iyi kullanmaya karar verir...
Film 124 dakika sürüyor. Fantastik bir içeriği var ama eğlenceli de aynı zamanda.
Tabii yer yer duygusala da bağlamıyor değilsiniz.
Sadece ben de beğenmemişim üstelik, bakınız Nabrut'un yazısına :)
İlgi çekici o kadar güzel şeyler, detaylar öğrendim ki.
Ödül almayı hak etmiş bir kitap gerçekten.
Arka kapağında yazanlar ise şunlar;
"Kelimeyle değil, cümleyle düşündüğümü fark ettim ben. Muhal farz bile olsa "Her şeyi özetleyecek bir cümle" tutkum, mana birimimin cümle olmasından. Karmaşık cümlelerle konuşmayı sevmem, öyle düşünmemden. Başka türlü anlatamıyorum, bu yüzden mazurum ben.
Mektup zarflarının, davetiyelerin, program kartlarının boşluklarına.
Peçetelerin üzerine.
Kitapların, kenar sularına, kapak içlerine.
Defterlerin, sayfaların değil kıyılarına köşelerine.
Yazılıp da bırakılmış; bilinç kendine bile hırsız, kim bilir bazıları hatırlanmış da sonradan unutulmuş bunca cümleyi bir yerlerden bulup da çıkarmam. Burada böyle bir kapı açmam.
Cümle Kapısı: Kalbin Kapısı.
Sonra, sebebi malûm sırrı meçhul, yani bana muamma, tutup bu kapıyı kapatmam.
Eğer beni okuyanla paylaşım isteği ve daha yakından tanışma beklentisinden değilse, defterimde kalan cümleden kurtulma isteğimden.